Haberler

Üniversitelerde Terörist Yapılanmalar

Üniversite, kelime olarak “öğretmenler ve bilginler topluluğu” anlamına gelen, küreselleşen dünyada ülkelerin/devletlerin gelişmişlik düzeylerine katkı sağlayan kurumların başında gelmektedir. Güncel sorunlarının giderilmesinin, mevcut bilgi ve birikimlerinin artırılmasıyla mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle 21. yüzyılın altyapısını oluşturan üniversiteler, dinamik nüfusun işlenmesi ve topluma yararlı bireyler yetiştirilmesi konusunda yükümlü eğitim merkezleridir.

Bu bakış açısı kapsamında 170’ten fazla üniversitenin bulunduğu Türkiye’de, yükseköğretim kurumlarına bakıldığında, büyük bir bölümünün enerjilerini siyasi çatışmalar ve terör olayları ekseninde tükettikleri görülmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş’ın beraberinde getirdiği ideolojik kutuplaşma Türkiye’de de kendine yer bulmuş, içinden çıkılmaz bir girdap haline gelen Türkiye’de eğitim ve eğitim kurumları sekteye uğramıştır. Yarım asırlık süreçte devrimci kimliği altında yurt baskınları ve üniversite işgalleriyle başlayan süreç, 1980 ihtilalinin de hazırlayıcısı niteliğinde olmuştur.

Bilimsel bilgi üretip, toplumsal gelişimi sağlaması ve medeniyetin yapı taşı olması gereken üniversiteler, Türkiye’de siyasi çatışmaların ortasında kalabilmekte ve terör örgütlerinin eylem sahası halinde propaganda, eleman temini, eylem gibi faaliyetlerin öne çıktığı, sistematik bir şekilde faaliyetlerin yürütüldüğü kurumlar haline gelebilmektedir.

1980 öncesinde sol grupların fraksiyonlara ayrılmasıyla birlikte başlayan süreçte Marksist-Leninist fraksiyonlar çevresinde toplanan kürt kökenli gençler arasında, bağımsız bir kürt devleti hayali filizlenmiştir. Bu süreç içerisinde Marksist-Leninist grupların omuzlarında taşıdığı kürtçülük hareketi, 1980 darbesiyle birlikte Marksist-Leninist hareketlerden ayrılarak ayrı bir cephe olarak öne çıkmış ve bölücü terör örgütü kontrolünde ‘etnik kimliği kabul ettirme’ amacı taşıyan bir yapıya bürünmüştür.

1980 sonrası gerçekleşen değişimi anlamak ve günümüzde üniversitelerde bir tehdit unsuru olan varlığını sürdüren etnik kökenli terörizmi anlamlandırmak için, 1970’li yılların başından itibaren Türkiye İşçi Partisi (TİP) öncülüğünde başlatılan etnik kökene dayalı açılımların ürettiği bazı kesimlerin adlandırması ile “Kürt Sorunu”nun temeline inmek gerekmektedir.

1960’lı yıllarda şiddete başvurmaya başlayan, sonrasında terörü bir alışkanlık haline getiren, “öğrenci eylemleri” adıyla küçümsenen terör sorunu, 1980 sonrası ortaya çıkan ve günümüzde etkisini devam ettiren etnik temelli terörün de çıkış noktasını oluşturmaktadır. 1975 sonrasında sistemleşen kürtçülük hareketi,  1978 yılında bir grup üniversite öğrencisinin Diyarbakır’ın Lice ilçesinde Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkeren Kurdistan-PKK)’ni ilan etmesi ile kendisini göstermiştir. Aralarında Abdullah Öcalan’ın da bulunduğu bu grubun çoğunluğunu Ankara ve İstanbul’dan gelen üniversiteliler oluşturmaktadır. Bu üniversitelilerin büyük bir kısmı da okullardaki Marksist-Leninist faaliyetlerden dolayı atılmış veya uzaklaştırılmış kimselerdir.

PKK gelişen süreç içerisinde önce aşiretlerle ve Marksist-Leninist örgütlerle çatışmalara girmiş, ardından dış istihbarat servislerinin desteğiyle ülke dışında barınma imkanlarına sahip olmuşlardır. Dış istihbarat desteği ise PKK ile başlayan bir süreç olmayıp 1965’ten itibaren Türkiye’nin içine çekildiği düşük yoğunluklu, sürekli iç çatışma durumunun temel nedenlerinden birisi olmuştur. Örneğin 4 Şubat 1970 tarihinde Diyarbakır Tıp Fakültesi’ne yönelik sabotaj hazırlığı içerisinde olan 6 öğrenci 15 kilo dinamit, 40 metre fitil, bir lokum ve 5 tane 9 mm çapındaki bir tabancaya ait mermilerle yakalanıyorlardı. Öğrencilerin birinin İranlı olması, yaşanan olayların sadece Türkiye sınırları içerisinde açıklanmayacağını da gösteriyordu. Dev-Genç üyesi oldukları tespit edilen öğrenciler, Filistin Kurtuluş Örgütü kamplarında bomba eğitimi almışlar, Filistin’den döndkleri bir sırada gelen ihbar sonucu yakalanmışlardı.

4 Ocak 1968’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde okuyan Ruhi Kılıçkıran’ın Ankara Site Yurdu’nda iftardan sonra katledilmesiyle başlayan sol terör kaynaklı öğrenci kayıplarını sonraki yıllarda gerçekleşen ünversite işgalleri ve kontrol altına alınmış bölgeler izliyordu. Buna karşılık 1969’da MHP ve ona bağlı Ülkü Ocakları kuruluyordu. 1971’de gerçekleşen askeri müdahale sonrasında CHP milletvekili Nihat Erim geçici Başbakanlık görevine getiriliyordu. Bu dönemde ilk olarak Dev-Genç ile birlikte Ülkü Ocakları ve ona bağlı kuruluşlar da kapatılmış, ardından İP ve Milli Nizam Partisi kapatılmıştı. Askeri müdaheleden 4 gün sonra, THKO isimli örgütün liderlerinden olan Deniz Gezmiş yakalanıyor ve haklarında idam kararı veriliyordu. 6 Mayıs 1972 tarihinde ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte idam ediliyordu.

1971’de gerçekleşen bu askeri müdahale sonrasında sol terör grupları parçalanıyor ve örgütlerin faaliyetlerini durdurması ile meydan etnik kimliği kabul ettirme temelli terörist gruplara kalıyordu. Sol terör içerisinde yapılanan kürtçü unsurlar, kendilerine ait örgütlenmeler kurmaya başlıyorlardı. Bu dönemde Marksist-Leninist terör, bir anda bağımsız kürt devleti hayali taşıyanların terörü haline gelmişti. Resmi eylemleri 1984 yılında olsa da, PKK’nın temelleri 1970’li yılların ortalarında Abdullah Öcalan’ın öncülüğünde bir grup üniversite öğrencisi tarafından atılıyordu. PKK’nın ortaya çıkış sürecini iyi analiz edebilmek için, Abdullah Öcalan’ın ne gibi siyasi faaliyetler içerisinde yer aldığı ve düşünce yapısının hangi şartlarda şekillendiği sorularına yanıt verilmesi gerekmektedir.

Abdullah Öcalan’ın ilk siyasi fikirlerinin temelinde “sosyalist bir devlet düşüncesi”nin olduğu belirgin olarak görülüyordu. Bu düşüncenin belirginleşmesinde “Sosyalizm Alfabesi” isimli kitaptan etkilenen Öcalan dini gerileyen bir düşünce olarak görmekteydi. Üniversiteye gidiş amacını başarılı bir öğrenci olmaktan çok “Türkiye!nin siyasi havasına biraz daha gerçekçi olarak katılmak olarak açıklayan Öcalan, siyasi olayların ve eylemlerin içerisinde yer alabilmek için adeta bir araç olarak görüyordu. 2 Ağustos 1971’de Şanlıurfa Halfeti İlçesi Askerlik Şubesi tarafından son yoklamaya çağrılan Öcalan, 2 Ağustos 1971 tarihinde ‘öğrenci’ olduğunu bildiren yazıyı şubeye göndererek askere alınmamıştı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okurken, DDKO’ya katılan Öcalan, o yıllarda “Mahir’in cesur bir biçimde Kemalizm’i eleştiren ve kürt meselesi üzerine yaptığı konuşmalardan çok etkilendiğini” dile getiriyordu. Öcalan’ı en çok etkileyen düşüncesi ise ‘devrimci şideti ele almakta çekinmemesi gereken örgüt’ üzerine olan fikirleriydi.

Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in gerilla yöntemlerini birleştirerek, etnik temele dayalı kürtçü bir örgütü kurma düşüncesinde olan Öcalan 1971’de Ankara Siyasal’a geçiyor ve Maliye Bakanlığı bursu kazanıyordu. 1971 darbesi ile birlikte, öncü sol gruplar bir anda meydanlardan çekilmiş ve boşluğu, etnik köken temelli tek yöntemi terör olan PKK gibi örgütler doğmuştu. Bilhassa PKK’nın kuruluşunu gerçekleştiren kadronun tamamına yakınının üniversiteli (öğrenci, mezun, terk) olması, terördeki üniversite unsurunun oynadığı birincil dereceden rolü göstermesi bakımından önemlidir.

1984 yılına gelindiğinde ise, PKK’nın silahlı unsurları tüm pratik eğitimleri alan, ülke içerisinde yüksek düzeyde maddi olanaklara sahip olan bir terör örgütü konumunda olmuştur. Bu dönemde terör örgütü için gerekli olan “eleman temini”, üniversitelerden tedarik edilmiş ve “inanmış birey” oluşturmak için gereken dünya görüşüne sahip örgüt elemanları üniversitelerdeki Marksist-Leninist gruplar arasından bulunmuştur. Öyle ki, kuruluşundan itibaren günümüze kadar geçen zaman zarfında “dağa çıkan kürt kökenli öğrenciler” başlıklı haberler sıklıkla tekrarlanmıştır. Durum öyle bir hal almıştır ki, anne ve babasının mezun olduktan sonra “devletine, ülkesine hizmet edecek evlat olarak tanımladıkları bir öğrenci dahi, tüm hayatını geride bırakarak terör örgütünün dağ kadrosuna katılmayı kabul edecektir.

Bu süreç içerisinde PKK’nın eylem planlarına bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bayram ve günlerinde olay çıkarma, polis ve özel güvenlik görevlilerine saldırılar, karşıt gruplara saldırılar, grupça gerçekleştirilen saldırılar, kampüs işgalleri, kimlik sorma, terörün olağanlaştırılmasına yönelik faaliyetler, bahar şenlikleri ve Nevruz’da propaganda, ses bombası, molotof bombası, demir bilyeli saldırılar, kesici aletlerin kullanılması, ateşli silahların kullanılması, şehir terörizmi, basın açıklamaları öne çıkmaktadır.  Bunların hemen hemen tamamı üniversiteler çevresinde gerçekleşmektedir. PKK bu eylem planlarını gerçekleştirirken siyasi partileri paravan olarak kullanmakta ve siyasi partiler ile paravan sivil toplum kuruluşları kullanılarak basın açıklamaları yapılmakta ve “mağdur-ötekileştirilmiş”lik algısı işlenmeye çalışılmaktadır.

Son dönemlerde teknolojinin gelişmesiyle birlikte, terörist grupların ve başta PKK’nın üniversite faaliyetlerinde sosyal medyayı da etkin olarak kullandığı görülmektedir. Facebook ve Twitter aracılığı ile örgüt adına sayfalar açılmakta, üniversitedeki etkinlikler fotoğraflarıyla birlikte bir propaganda aracı olarak kullanılmaktadır. Facebook ve Twitter’ın Türkiye’de uyguladıkları denetim mekanizmaları samimi durmamakta, iktidar ise bu terörist yapılanmalardan çok kendisine muhalif olan diğer muhalif kesimlerle uğraşmaktadır.

PKK’nın başını çektiği bu terörist gruplanmaların günlük olarak güncellenen 30’dan fazla haber sitesi ve haber ajansı tarafından desteklenmesi ile birlikte, 15-20 kişilik eylemler büyük eylemler olarak gösterilebilmekte, “büyük direniş, büyük eylem” şeklinde manşetlerde verilebilmekte ve böylelikle, örgüt elemanlarına “yalnız değilsiniz” ve “önemlisiniz” mesajı verilmekte, örgüte yakın kişilerin sempatisini kazanmakta yardım edilebilmektedir.

Bunun yanında son dönemde oluşturulan yeni örgüt stratejisi üniversitelerde temelden örgütlenme ve propaganda üretimi sağlama hareketidir. Bu yöntem son 30 yıldan çıkarılan bir ders ve geçmiştekilerden çok daha sinsi ve tehlikeli bir uygulamadır. Her türlü saldırgan harekete karşılık sağduyu ile, belki aşırı bir sağduyu ile hareket eden Türk Ordusu, terör örgütünün amacına ulaşmasını engellemiş; sadece silahlı saldırılar ve terör eylemleri ile sonuca ulaşamayacağını anlayan örgüt, yeni propaganda yöntemleri olarak, sivil toplum kuruluşları ve siyasi çalışmalarına başlamış ve amaçların, taleplerin dile getirilmesinde daha etkili olan üniversite yapılanmalarına ağırlık vermiştir. Siyasi iktidar ise, gerek Türk Ordusu ile olan kavgasından ötürü, gerekse şahsi siyasi çıkarlarının baltalanmasını engellemek isteyişinden ötürü, örgütün silahlı saldırıları arttırmamasına karşılık üniversitelerde ve TBMM’de yapılanmasının önünü açmış, hatta teşvik etmiştir.

Bunun sonucu olarak yeni süreçte, siyasallaşan, kurumsallaşan, sivil toplum örgütlerini paravan yapan, istediğinde ateşkes ilan edip, istediği zaman terör eylemlerini başlatan bir PKK gerçeği ortaya çıkmıştır. Akademisyen sıfatına sığınan ve kendilerini aydın ilan eden bir takım kişiler, Türkiye’de faaliyet gösteren terör odaklarıyla olan ilişkilerini gizleme gereği dahi duymadan terör örgütünün taleplerini “demokrasi” adımı olarak dile getirmeye başlamışlardır.

Çok çeşitli üniversiteleri kapsayan bir yelpazede akademisyen kimliği ile terörün meşrulaştırmakta olduğu argümanlara göz atacak olursak; “Sayın Öcalan demek suçsa biz de bu suçu işliyoruz; Ana dilde eğitim, ifade ve fikir özgürlüğünün bir gereği; PKK’nın ateşkes süreci iyi değerlendirilmeli; kürt sorunu hepimizin sorunu, devlet ve katiller hesap vermeli; siyasi kanadın yaklaşımı göz ardı edilmemeli; F tipi tutsaklarına özgürlük” gibi tamamıyla bölücü örgüt istekleri olan taleplerin bu faaliyetlerde toplantı, eylem, açıklama ve bildirilerle dile getirildiği görülmektedir.

Anadilde eğitim şeklinde geliştirilen ve 2002 yılında başlayan olaylar ve yasadışı gösterilerin de çıkış noktası üniversiteler olmuştur. 7-17 Ocak 2002 tarihleri arasındaki Milliyet Gazetesi’ndeki haberlere göre İçişleri Bakanlığı’nın raporunda PKK’nın Ocak 2000’deki 7. Kongresinde aldığı siyasallaşma kararlarının başında bulunan Kürtçe eğitim faaliyetlerinin terörü destekleyici boyutta olduğu belirtiliyordu. Rapora göre Yüzüncü yıl Üniversitesi’nde 500, Hacettepe Üniversitesi’nde 400, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nde 30 dilekçe verildiği tespit edilmişti. 

Gelişen süreç içerisinde çatı bir kurum olan KCK’ya yönelik operasyonlar başlamış ve örgütün üniversite yapılanmları çökertilmeye çalışılmış ve 2009’da ilk KCK tutuklamaları gerçekleşmiştir. Faaliyetleri büyük sekteye uğrayan terörist yapılanma bu sefer, nezih şehirlerdeki üniversitelerdeki yapılanmalara eğilmiş ve bunun bir örneği Kütahya’da yaşanmıştır. 2005-2007 yılları arasında ulaştıkları sayısal gücü kullanmak isteyen terörist yapılanma önünde engel teşkil eden tek unsur milliyetçi öğrencilerdi. Milliyetçi-Ülkücü öğrenciler terörist yapılanmaların saldırı ve propagandalarını engellemeye çalışıyorlar ve turt yapılanmalarının önünde bulunuyorlardı. 7-8 Kasım 2010 tarihlerinde okul içerisindeki PKK’lı grup, propaganda ve yapılanma faaliyetlerini bir kenara bırakarak doğrudan milliyetçi öğrencilere saldırmaya başlıyordu. Yaşanan olaylar sonucunda 8 Kasım’da bir öğrenci örgüt yandaşları tarafından linç edilmek isteniyor ve olaydan ağır yaralı olarak kurtuluyordu. Olaylardan bir gün sonra 9 Kasım’da ise hiç bir önlemin alınmadığı üniversitede terör örgütü yandaşları, faaliyetlerinin önünde engel gördükleri milliyetçi öğrencilere saldırıyorlardı. Dumlupınar Üniversitesi Germiyan Kampüsü’nde çıkan kavga, okulun dışına da taşmış ve Büro Yönetimi Bölümü 2. Sınıf öğrencisi Hasan Şimşek de “ülkücü” olduğu gerekçesiyle bu saldırılara hedef oluyordu. Terör örgütü olan Mehmet Tuğrul, aynı sınıfta okuduğu Hasan’ı gözüne kestiriyor ve 4 defa bıçaklıyordu. Kalbine aldığı darbe ile yere yığılan 19 yaşındaki üniversiteli genç kaldırıldığı hastanede yaşam savaşına kaybediyordu. Olayın ardından emniyet okul içerisinde PKK’lı gruba operasyon düzenliyor, katilin de arasında bulunduğu 10 kişi göz altına alınıyor, katilin daha önce çok defa eyleme katıldığı fakat her defasında serbest bırakıldığı görülüyordu.

2010’dan 2012’ye kadar geçen süreç içerisinde ise üniversitede örgütten gelen talimatlarla başlatılan propaganda faaliyetleri geçmiş yıllara göre çok daha cesaretli ve çok daha meydan okuyucu bir kimliğe bürünmüştür.

Bütün bu dönem içerisinde Kürt etnisitesine dayalı görüşlerin temelinde 1970’lerin başındaki TİP’in yadsınamaz bir payı olduğu görülmektedir. TİP’in 1970’lerde yapmak istediği ancak toplumsal bir dönüt alamadığı olaylarıi aradan yıllar geçtikten sonra bunu PKK’nın yaptığı görülmektedir. Çözüm süreci adı verilen süreçte, üniversiteler PKK’ya sonuna kadar açılmış ve PKK’nın silahla yapamadıkları siyasi ve üniversiteler kolundan dile getirilmiş ve gündeme dahil edilmiştir. Güvenlik güçleri ile okul yönetimleri arasında kurulması gereken bağlar kurulmamış, öğrenci olmayan kişilerin kampüs alanlarına okul binalarına girişi engellenememiştir. Yurtlarda gerekli önlemler alınmamış, Türk bayrağını indiren, milli takım forması giydi diye bıçaklanan öğrenciler haberlere konu olmuştur. Öğrenci afları PKK’yı sürekli diri tutmuş, disiplin yönetmelikleri yetersiz kalmıştır. Kantin, kafeterya ve yemekhane güvenliği göz ardı edilmiştir. Ve bütün bunlardan dolayı üniversiteler, terörist yapılanmaların birincil yuvası ve terörist kürtçü yapılanmanın hız kaynağı haline gelmiştir.

Kaynakça:

       Terör Kıskacında Üniversiteler, Batuhan ÇOLAK

       Terör Örgütlerinin Sonu, İlker BAŞBUĞ

       Türk Ordusu PKK’yı Nasıl Yendi? – Türkiye PKK’ya Nasıl Teslim Oluyor?, Ümit ÖZDAĞ

       Kürtler PKK ve Abdullah Öcalan, Ahmet Cem ERSEVER 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Başa dön tuşu