Vize-Final Soruları

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Aile Hukuku Soruları

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ

2011-2012 BAHAR YARIYILI DÖNEMİ

MEDENİ HUKUK (Giriş, Kişiler ve Aile Hukuku) DERSİ

(Çift Numaralı Öğrenciler İçin)

PRATİK ÇALIŞMA – II

(Nişanlanma – Evlenme – Soybağı – Vesayet)

 

OLAY I 

S ile nişanlı olan A, çalıştığı şirket tarafından kısa süreli bir eğitime gönderilmiştir. Fakat eğitim dönüşünde A bir trafik kazası geçirmiş ve bu kaza sonucu felç olmuştur. S, A’nın felç geçirdiğini öğrenince, önceleri üzülse de, daha sonra E ile evlenmiştir. A’nın babası B ise, bir başkasıyla evlenmesi üzerine S’ye karşı dava açarak, oğlunun S ile evleneceği inancıyla bankadan yüklü bir miktarda kredi çektiğini, bu parayla nişan düğünü için salon kiraladığını ve A’ya ait evin iç dekorasyonunu yaptırdığını ileri sürmüş ve söz konusu kredinin kendisine tazminat olarak ödenmesini talep etmiştir. Ayrıca S’nin babasına hediye olarak vermiş olduğu değerli kol saatinin ve S’ye vermiş olduğu mücevher takımının da kendisine iadesini istemiştir.

 

Soru: B’nin S’ye karşı açtığı davada ileri sürdüğü taleplerin hukuki niteliğinin ne olduğunu ve bu taleplerin hukuken haklı olup olmadığını gerekçeli şekilde açıklayınız.

 

Nişanlılardan birinin, üçüncü bir kişi ile evlenmesi nişanlanmayı sona erdirir. Burada, örtülü bir irade açıklamasıyla nişanın bozulması durumu vardır. Nişanın bozulması üzerine, B’nin ileri sürdüğü talepler incelendiğinde, nişan merasimi için kiraladığı salona ve A’ya ait evin iç dekorasyonuna harcadığı paranın kendisine ödenmesini istemesi, maddi tazminat kapsamında; S’nin babasına hediye olarak verdiği mücevher takımının iadesini istemesi ise, hediyelerin geri verilmesi kapsamında değerlendirilmelidir.

 

Nişanın bozulması üzerine, nişanlıların ana ve babasının veya onlar gibi hareket edenlerin de, maddi tazminat istemesi mümkündür (MK m. 120/II). Buna göre B’nin, nişan masrafları ve evlenmenin yapılacağı inancıyla yapmış olduğu masraflar karşılığında, S’den uygun bir tazminat istemesi, diğer şartların da oluşması hâlinde mümkündür. Fakat bunun için, nişanın S tarafından haklı bir sebep olmaksızın bozulmuş olması ya da nişanın S’ye yüklenebilen bir kusur sebebiyle bozulmuş olması gerekir (MK m. 120/I). Somut olay özelinde, A’nın bir kaza sonucu felç olması neticesinde, nişan akdi S tarafından bozulmuştur. A’nın felç olması, S bakımından, kendi kusuruna dayanmayan bir haklı sebep olarak kabul edilebileceğinden, S’nin bu masrafları tazmin etmekle sorumlu olmadığı ifade edilebilir. Nişanın bozulmasındaki haklı sebep, nişanlılığın devamını ve evlenmeyi taraflardan biri için, kendisinden beklenemez kılan sebeptir. İhtilaf hâlinde, haklı sebebin oluşup oluşmadığı hâkim tarafından tayin edilir (MK m. 4).

 

Hediyelerin geri verilmesinde ise, nişanlının kusurlu olması aranmaz. Nişanlanmanın, nişanlıların evlenmesi ile sona ermediği tüm hâllerde, kural olarak hediyelerin iade edilmesi gerekir. Burada iade edilmesi gereken hediyeler, nişanlıların birbirlerine veya ana ve baba ya da onlar gibi hareket edenlerin, diğer nişanlıya vermiş olduğu alışılmışın dışındaki hediyelerdir. Her ne kadar, A’nın babasının vermiş olduğu mücevher takımı alışılmışın dışında bir hediye olarak kabul edilebilirse de, bu hediye diğer nişanlıya değil, S’nin babasına verildiği için, MK m. 122 kapsamında iadesi istenemez. Koşulları oluşmuş ise, bağışlamadan rücu veya sebepsiz zenginleşme kurallarına başvurulabilir. 

OLAY II 

A ve B, evlendirme memurluğuna başvurarak evlenme işlemlerini başlatmış ve yetkili memur önünde evlenme akdini gerçekleştirerek evlenmişlerdir. Bir süre sonra, (B)’nin evlenme sırasında akıl hastası olduğunun ortaya çıkması üzerine A evlenmenin butlanına karar verilmesi için dava açmıştır. Bu davada B, akıl hastalığının tamamen iyileştiğini ve A ile evliliğinin bozulmasını istemediğini beyan etmiştir. Aile Mahkemesi’nde yapılan yargılama neticesinde de, evlenmenin butlanı istemiyle açılan davanın reddine karar verilmiştir. Aradan geçen zaman içerisinde ise bu kez A, B’nin akıl hastalığının tekrarladığı gerekçesiyle B’ye karşı boşanma davası açmış ve Mahkemece eşlerin boşanmasına karar verilmiştir. Bu kararın ardından A, C ile evlenmiş; fakat B ile boşandıktan sonra kendisine frengi hastalığından teşhis konulduğu hususunda C’ye herhangi bir bilgi vermemiştir.

 

Soru 1: a) Evlenme sırasında mevcut olan akıl hastalığının evlenme akdine etkisini, bu hastalığın temyiz kudreti üzerindeki olası tesirlerini de göz önüne alarak açıklayınız. Açılan butlan davasında, B tarafından ileri sürülen hastalığın tamamen iyileştiği savunmasının, bu dava bakımından herhangi bir etkisi olup olmadığını tartışınız.

 

MK m. 133 uyarınca, akıl hastalarının ancak hastalıklarının evlenmeye engel olmadığını gösterir bir sağlık kurulu raporu ile evlenmesi mümkündür. Bu rapor alınmaksızın veya gerçeği yansıtmayan bir rapor alınarak yapılan evlenme, (MK m. 145 b.3 gereği), mutlak butlanla sakattır.

 

B’nin maruz olduğu akıl hastalığı, ayırt etme gücünü sürekli olarak etkiliyorsa, bu durum Kanun’da ayrıca (MK m. 145 b.2 ‘de) düzenlenmiştir. Buna göre, eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksun olması, mutlak butlan sebebidir.

 

MK m. 147/II uyarınca, ayırt etme gücünün sonradan kazanılması veya akıl hastalığının iyileşmiş olması durumunda, dava hakkı yalnızca ayırt etme gücünü sonradan kazanan veya akıl hastalığı iyileşen eşe tanınmıştır. Bu hâllerde, mutlak butlanın nispî butlana dönüştüğü kabul edilmektedir. Bu bakımdan B’nin, akıl hastalığının tamamen iyileştiği savunmasında bulunması, diğer eşin dava hakkı kalmaması nedeniyle, davanın reddedilmesi sebebi olabilecektir. Zira butlan davası A tarafından açılmıştır; fakat akıl hastalığının iyileşmesinden ve temyiz kudretinin kazanılmasından sonra dava açma hakkı, yalnızca B’ye aittir.

 

b) A tarafından açılan boşanma davasında ileri sürülen boşanma sebebini göz önünde bulundurarak, bu davada boşanmaya karar verilebilmesi için dikkate alınması gereken hususları açıklayınız.

 

Akıl hastalığı, boşanmanın özel sebepleri arasında düzenlenmiştir (MK m. 165). Buna göre, boşanma davası açıldığı sırada akıl hastalığının var olması, bu akıl hastalığının iyileşmeyeceğinin resmi sağlık kurulu raporuyla tespit edilmiş olması ve akıl hastalığının hâkimin takdirine göre, diğer eş için ortak hayatı çekilmez kılması gerekmektedir. Akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası, herhangi bir hak düşürücü süreye bağlı olmaması sebebiyle, dava anında hastalığın var olması koşulu ile, her zaman açılabilir.

 

Soru 2: A’nın hastalığını evlenmeden sonra öğrenen C’nin başvurabileceği bir hukukî yol var mıdır? C’nin başvurabileceği bir hukukî yol var ise, bunun niteliğini ve kullanım şartlarını da belirterek cevaplayınız.

 

Olayda A, frengi hastalığına maruz olduğunu gizleyerek C ile evlenmiştir. Evlenme sırasında eşlerden birinin, diğerinden tehlikeli bir hastalığını gizlemesi, nispi butlan sebebi olarak değerlendirilir (MK m. 150 b.2). Eşlerin evlenmeden önce, sahip olduğu tehlikeli hastalığı diğerinden gizlememe yükümlülüğü bulunduğu için, evlenme sırasında A’nın bu hususta C’ye bilgi vermeyerek susması, aldatma sayılır ve nispi butlan sebebidir. Zira frengi hastalığı, Yargıtay kararlarında da diğer eş ve altsoy için ağır tehlike oluşturan bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Frengi hastalığına maruz olanların evlenmesi, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (m. 123) uyarınca da yasaktır.

 

Nispi butlan davası bozucu yenilik doğuran dava olup, bu dava neticesinde verilen karar da yenilik doğuran karardır. Nispi butlan ile sakat olan bir evlilik, hâkim kararı ile sona erdirilinceye kadar, geçerli bir evlenmenin bütün sonuçlarını doğurur (MK m. 156). İrade sakatlığı sebebiyle nispi butlan davası açma hakkı, iradesi sakatlanan eşe aittir. Davalı ise, diğer eştir. Nispi butlan davası C tarafından, aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren 6 ay ve her hâlde evlenmenin tamamlandığı andan itibaren 5 yıl içerisinde açılmalıdır (MK m. 152). Bu süreler, hak düşürücü sürelerdir.

OLAY III

A, uzun süredir kocası B ile aralarında büyük fikir ayrılıkları yaşandığını, B’nin, kendisinin ekonomik özgürlüğüne saygı göstermeyerek mesleğini icra etmesine mâni olduğunu, ayrıca aile sırlarının sürekli başkaları tarafından konuşulduğunu iddia ederek, B’ye karşı boşanma davası açmıştır. A ayrıca, boşanma davası sonuçlanıncaya kadar kendisine, B tarafından aylık 1.500,00. TL ödenmesini de talep etmiştir. B ise, kendisinin varlıklı bir iş adamı olduğunu ve A’nın çalışmasına gerek bulunmadığını; A’nın bahsettiği uyuşmazlıklara zaten A’nın sebep olduğunu; aile sırlarını üçüncü kişilere ifşa edenin yine A olduğunu iddia ederek, kusurlu olan A’nın boşanma davası açamayacağını belirtmiş ve kendisinin karısından boşanmak istemediğini beyan etmiştir.

Soru 1: Olaydaki veriler ışığında, Mahkemece hangi boşanma sebebi göz önüne alınarak karar verilmesi gerektiğini tespit ediniz.

 

TürkMedeni Kanunu’nda boşanmanın özel sebeplerinin yanı sıra, MK m. 166’da boşanmanın genel sebepleri de düzenlenmiştir. MK m. 166/I düzenlemesi uyarınca, eşler için evlilik birliğini sürdürmek kendilerinden beklenemeyecek duruma gelmişse ve evlilik birliği temelinden sarsılmışsa, boşanma davası açılabilir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan durum, eşlerin herhangi bir kusuru olmadan gerçekleşebileceği gibi, eşlere yükletilebilen bir kusura da dayanabilir.

 

MK m 166/I kapsamında boşanma davası açan davacı, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olayı ispat etmekle yükümlüdür. Yine, hâkimin de, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığına kanaat getirmesi gerekir.

 

Somut olayda, davacının iddialarını ispatlaması hâlinde; hâkim, eşler bakımından bu olayların ortak hayatı sürdürmeyi kendilerinden beklenemeyecek bir durum yarattığına kanaat getirir ise boşanma kararı verebilecektir.

 

Aile sırlarının başkalarına ifşa edilmesi bu anlamda, MK m. 166/1 kapsamında boşanma sebebi olarak değerlendirilebileceği gibi, (B)’nin (A)’yı mesleğini icra etmekten men etmesi de, (A) bakımından boşanma sebebi yapılabilir. Zira, kişinin ekonomik hayatta var olması ve ekonomik olarak kendini geliştirmesi de kişilik hakları çerçevesinde ele alınabilir

 

Soru 2:  a) B tarafından ileri sürülen, A’nın kusurlu olduğu savunmasının, boşanma davasına etkisini tartışınız.

 

MK m. 166/II uyarınca, davalı, boşanma davası açan eşin daha kusurlu olduğunu ileri sürerek davaya itiraz edebilir. MK m. 166/II’de ifade edilen davaya “itiraz” teknik anlamda bir defidir. Bu sebeple hâkim tarafından re’sen nazara alınamaz.

 

MK m.166/II’de öngörülen savunma imkânından yararlanabilmek bakımından davalının kusursuz olması aranmamakta, davacının daha kusurlu olması yeterli kabul edilmektedir.

 

MK m. 166/II’de, davalıya bu savunma imkânı getirilirken, bunun kötüye kullanılması da önlenmek istenmiştir. Buna göre, bu itirazın ileri sürülmesi hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evliliğin devamında davalı ve çocuklar için korunmaya değer bir yarar kalmamışsa, hâkim boşanma kararı verebilir.

 

Buna göre, somut olayda hâkimin öncelikle, davacı (A)’nın davalı (B)’den daha kusurlu olup olmadığını takdir etmesi ve davacının daha kusurlu olduğuna kanaat getirir ise, ayrıca bu savunmanın kötüye kullanılıp kullanılmadığını nazara alarak karar vermesi gerekmektedir.

 

b) A’nın açtığı boşanma davası B tarafından kabul edilse idi, Mahkeme bu kabul ile bağlı olur muydu?

 

MK m. 166/III hükmü göz önüne alındığında, eşlerin boşanma hususunda anlaşmış olmalarının, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığına ilişkin bir faraziye olarak kabul edildiği görülmektedir.

 

MK m. 166/III uyarınca, anlaşmalı boşanma kararı verilebilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Buna göre; evliliğin en az bir yıl sürmüş olması, eşlerin birlikte mahkemeye başvurması veya bir eşin açtığı davayı diğer eşin kabul etmesi, hâkimin eşleri bizzat dinleyip iradelerinin serbestçe oluştuğuna kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumuna ilişkin taraflarca yapılmış anlaşmanın hâkim tarafından uygun bulunması gerekmektedir.

 

Bu şartların gerçekleşmesi hâlinde, MK m. 184/III’de düzenlenen; hâkimin tarafların ikrarı ile bağlı olmadığı kuralı uygulanmaz. MK m. 166/III’de aranan şartların gerçekleşmesi durumunda, hâkim ayrıca evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığını araştırmaksızın boşanma kararı vermek zorundadır.

 

Bu bakımdan somut olayda, (B)’nin davayı kabul etmesi ihtimalinde, MK m. 166/III’de aranan diğer şartların da gerçekleştiği ispat edilir ise, hâkim boşanmaya karar vermek zorunda olacaktır.

 

Soru 3: A’nın boşanma davası devam ederken ödenmesini istediği 1.500,00. TL’nin hukukî niteliğini tespit ediniz.     

 

MK m. 169 uyarınca; “Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır”.

 

Boşanma davası devam ederken henüz evlilik birliği sona ermiş değildir. Boşanma davası açıldığında, eşlerden biri kendi geçimini sağlayacak durumda değilse, tarafların mâli durumuna göre hâkim tarafından diğer eşin tedbir nafakası ödemesine karar verilebilir. Tedbir nafakası ödenmesinde hangi eşin kusurlu olduğu önemli değildir. Tedbir nafakası kendi geçimini sağlayamayan, davacı eş lehine hükmedilebileceği gibi davalı eş lehine de hükmedilebilir.

 

Tedbir nafakasının ödenmesi, boşanma davası açıldığı tarihten itibaren başlar ve boşanma veya ayrılık kararının kesinleşmesiyle sona erer.

 

Somut olayda (A)’nın, boşanma davası devam ederken kendisine ödenmesini talep ettiği nafaka, tedbir nafakası niteliğindedir ve (A) tarafından bu konuda bir talep ileri sürülmese dâhi, tedbir nafakası ödenmesinin gerekip gerekmediği hâkim tarafından re’sen değerlendirilmelidir. Hâkim davacının 1.500,00. TL’lik talebi ile bağlı değildir. Tarafların sosyal ve ekonomik durumuna karar verecektir.

 

OLAY IV

 

K, arkadaşları aracılığıyla tanıştığı A ile 1 Ekim 2011 tarihinde evlenmiştir. Çiftin 15 Mart 2012 tarihinde Ç isimli erkek çocukları dünyaya gelmiştir. A, bir gün K’nın yakın bir arkadaşı ile yaptığı telefon konuşmasını tesadüfen dinler. Böylece evlenmelerinden iki ay kadar önce K’nın E ile ilişkiye girmiş olduğunu, Ç’nin gerçek babasının E olduğunu, bu yüzden A’ya karşı kendini suçlu hissettiğini öğrenir. A, Ç’nin kendi çocuğu olmadığını anlayınca, aile mahkemesine başvurur. Görülen dava sonuçlandıktan bir süre sonra eroin bağımlısı olması sebebiyle, sulh hukuk mahkemesi tarafından E’nin kısıtlanmasına, V’nin ise vasisi olarak tayinine karar verilir. V, E’ye ait değerli bir taşınmazı, kendisi için satın alır.

 

Soru 1: A ile Ç arasında soybağı kurulmuş mudur? A’nın açtığı davada ileri sürdüğü talebin hukuki niteliğini, bu davanın kime yöneltilmesi gerektiğini ve hukuken haklı bir talep olup olmadığını gerekçeli şekilde açıklayınız.

 

MK. m. 285/I’de, çocuk ile babası arasında soybağının kurulmasına ilişkin bir karineye yer verilmektedir. Buna göre, “Evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.” Olayda Ç, evlilik birliği devam ederken dünyaya geldiği için, bu evlilikteki koca (yani A) ile Ç arasında soybağı kurulmuştur. Diğer bir ifadeyle, MK. m. 285/I’deki “babalık karinesi” gereği A, Ç’nin babası sayılır. Fakat olayda Ç’nin gerçek babasının E olduğu anlaşılmaktadır. Bunun öğrenen A’nın Aile Mahkemesi’nde açtığı dava, babalık karinesinin çürütülmesine dayanan “soybağının reddi” davasıdır. Soybağının reddi, yenilik doğuran bir dava niteliği taşır. Bu davayla, babalık karinesi çürütülerek, çocuk ile baba arasındaki soybağı ortadan kaldırılır. MK. m. 286’da düzenlenen bu dava hakkı, hem kocaya hem de çocuğa tanınmıştır. Olayda koca tarafından açıldığı için, davanın ana ve çocuğa yöneltilmesi gerekir.  (MK. m. 286/I). Soybağının reddi davasının kabul edilebilmesi için, davacının ispat etmesi gereken husus, çocuğun evlilik içinde mi, yoksa evlenmeden önce yahut ayrı yaşama sırasında mı ana rahmine düştüğüdür. Çocuğun ne zaman evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılacağını MK. m. 287/II hükmü belirtmektedir. Buna göre; “Evlenmeden başlayarak en az yüzseksen gün geçtikten sonra ve evliliğin sona ermesinden başlayarak en fazla üçyüz gün içinde doğan çocuk evlilik içinde ana rahmine düşmüş sayılır.” Olayda Ç, evliliğin yüzaltmışyedinci gününde dünyaya geldiği için, evlenmeden önce ana rahmine düşmüştür. MK. m. 288/I gereği, davacının başka bir kanıt getirmesi gerekmeksizin, babalık karinesi çürütülmüş, A ile Ç arasındaki soybağı ortadan kaldırılmış olur.

 

Soru 2: V’nin yaptığı işlemin geçerli olup olmadığını belirterek, E’nin zarara uğraması ihtimalinde hangi hukuki imkânlara başvurabileceğini gerekçeli şekilde açıklayınız.

 

Olayda V, E’ye ait bir taşınmazı kendisi için satın almıştır. V’nin yaptığı bu işlemin geçerliliği, hem vesayet makamından hem de denetim makamından izin almış olmasına bağlıdır. (MK. m. 462/b.1, 463/b.7). Zira MK. m. 462/I, b.1, vasinin, taşınmaz alımı ve satımı işlemlerini geçerli şekilde yapabilmesi için, vesayet makamından, yani Sulh Hukuk Mahkemesi’nden izin alması gerektiğini açıkça belirtmektedir. Yine MK. m. 463/I, b.7’de, vesayet altındaki kişi ile vasi arasında sözleşme yapılması halinde, vesayet makamının izninden sonra, ayrıca denetim makamından da izin alınması gerektiği düzenlenmektedir. Ayrıca olayda E’ye ait taşınmazı, vasi V kendisi için satın aldığından, E ile V’nin menfaatlerinin çatışması, E’nin zarara uğrama tehlikesi söz konusudur. MK. m. 426/II b.2’de, “bir işte yasal temsilcinin menfaati ile küçüğün veya kısıtlının menfaati çatışıyorsa,” o küçük veya kısıtlıya kayyım atanacağı yazılıdır. Buna göre, bir küçüğün veya kısıtlının velisi, vasisi, yasal danışmanı, yönetim kayyımı veya geçici temsilcisinin (MK. m. 420) bir işi görmesi sırasında, kendi menfaati temsil ettiği küçük veya kısıtlının menfaati ile çatışıyorsa, “zarara uğrama tehlikeleri nedeniyle” söz konusu küçük ve kısıtlının belirli işini görmek için “temsilen” bir kayyım atanacaktır. Yasal temsilci, küçük veya kısıtlı ile menfaatleri ile çatışan hukuksal işlemi yapsa bile, yapılan işlem batıldır. Olayda V, ne vesayet dairelerinden izin almıştır ne de bir temsil kayyımı atanması söz konusudur. Bu nedenlerle yapılan satın alma işlemi batıldır.

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Merhaba bir şey sormak istiyorum eşimle ayrıldığım zaman eşim ölürse ondan kalan parayı eşimin anne ve babası mı alabiliyor yoksa çocuğu mu teşekkür ederım

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


Başa dön tuşu